Ankara
İnanç özgürlüğü Platformu olarak 122 haftadır her türlü hukuksuzluk ve
zulümlere karşı burada direniyoruz. Başörtüsüne özgürlük, İnanç ve ifade
özgürlüğü gibi alanlarda baskıcıların ve yasakçıların karşısında durduk.
Başörtüsü
sorunu üzerinden yürütülen siyaset ve yasak talepleri faşizan zihniyetin bir
göstergesidir.
Anayasa
mahkemesinin Üniversitelerdeki başörtüsü serbestliğini görüşeceği zamanın
arifesinde Yargıtay Başkanlar kurulunun yapmış olduğu açıklama zamanlama
açısından manidardır. Anayasa mahkemesi üyelerini baskı altında tumak ve
aleyhte bir karar çıkarmak için yapılan bu bildiri, bizlere hukuk'un nasılda
baskıcı ve militarist bir hale dönüşeceğinin göstergesi olmuştur.
Şemdinli
de olayının üzerine gidemeyen ve suskun kalan, hatta gitmek isteyen bir savcıyı
açığa alan yargıtay başkanlar kurulunun
sivil alan muhtıra vermesi manidardır.
Bu
açıklamaya Danıştay, bazı muhalefet partilerinin koro halinde destek verip,
sivil alana muhtıra vermeye çalışması oligarşik zihniyetin bir yansımasıdır.
Yargıtay başkanlar kurulunun
yaptığı açıklama bize gösteriyor ki Türkiye'de son yıllarda hız kazanmış olan
mücadele, Türkiye'nin laikliğini, bozma veya koruma mücadelesi değil; devlet
iktidarının kim tarafından kullanılacağı mücadelesidir. Burada temelde iki
tarafın çetin bir bilek güreşi yaşanıyor. Bir tarafta halka rağmen, halk adına
savaşan, dış destekli statüko yoldaşları, diğer tarafta da gerçek manada milli
iradenin devlet iktidarına hakim olması için mücadele eden gerçek Türkiye
taraftarları. Cumhurbaşkanlığı tartışmalarından, 367 kararına, 27 Nisan sanal
bildirisinden, siyasi cinayetlere, Ergenekon meselesine, kapatma davasından,
başörtüsü özgürlüğü çabalarının engellenmesine ve diğer baskıcı ve yasakçı çıkışlara kadar genişletebileceğimiz
hadiseler, sözünü ettiğimiz derin mücadelenin dışa yansımasıdır. Yaşanan savaş,
devlet iktidarının kim tarafından kullanılacağı savaşıdır. Bunun bir savaş olduğunu
statüko savunucuları söylediler. "Çankaya son kale" sözü bir savaş jargonudur.
Statükocular bu ruh hali içindeler. Savaş atmosferi içinde de kanunlar,
kurallar, hassasiyetler, bunlar açısından bir anlam ifade etmiyor. Eskiden
takiyye ile daha usturuplu yaptıklarını şimdi takiyyesiz, ivazsız, gizlemeden,
açıkça yapıyorlar. Herkes eteklerindeki taşları dökmeye ve elindeki son barutu
kullanmaya başladı. Yasakçı ve millet karşıtı statüko "var olma" savaşı veriyor. Makamların, kurumların, devlet iktidarının,
millete teslim ediliyor ve edilecek olmasını sindiremiyor.
Statüko,
cumhurbaşkanının halk tarafından seçilecek olmasını hala sindiremedi. Başörtüsü
yasağının kalkacak olmasını kabullenemiyor. Millet iradesini yansıtacak,
kurumların makamların millet namına istismarına sınır koyacak, oligarşik
saltanatı bitirecek, iktidarı ayrıcalıklı azınlığın elinden alacak bir
anayasanın devreye girmesini istemiyorlar. Bir Anadolu çocuğunun Merkez Bankası
Başkanı veya hazine müsteşarı olmasını hazmedemedikleri gibi, statükoya rağmen
bir tornacının oğlunun cumhurbaşkanı olmasını da kabullenemediler. Anadolu
sermayesinin büyümesi de bunları rahatsız ediyor. Devleti ve toplumu etkileyen
manivelaların bir bir ellerinden kaymasından dolayı çıldırmış vaziyetteler. Bu
da onları, var olma-yok olma arasındaki ruh haline itiyor. Arka arkaya
yazdıkları senaryolar, ellerinde kalıyor, kurdukları tuzaklar, ayaklarına
dolaşıyor.
Yargıtay
adına bildiri yayınlayanlar, başkalarını "yargıyı etkilemekle" suçlarken bizzat
yargıya yön gösteren açıklamalarını bilmeden mi yapıyorlar? Yüksek yargı
kurumları millet adına karar verdiğini zannederken milletin ne düşündüğüne de
itibar edecek mi? Buralarda bulunurken milletin sesine kulağını kapatanlar,
bulundukları yerden yarın indiklerinde, halkın içine çıkabilecekler mi,
milletin yüzüne bakabilecekler mi?
Milletle
ve onların inanç değerleriyle kavga etmekten vazgeçin. Bu millet 27 nisan da e-muhtıra yayınlara cevabını 22 temmuzda
verdi.
Son
olarak hükümete sesleniyoruz:
Milletten
aldığınız emanete riayet edin. Bu millete verilen sözleri yerine getirin.
Sivil
anayasayı ertelemeyin,
İnançlara
saygılı ve hukukun üstünlüğüne değer veren bir anayasa hazırlayarak yasaklara
ve yasakçılara dur deyin.301 gibi ifade özgürlüğünün önündeki engelleri kaldırın.
301 den
dolayı gazetecilerin ve aydınların cezaevlerine girmelerini engelleyin.
Ömrünün
bir kısmını inancından ve düşüncelerinden dolayı hapishaneler de geçiren
Gazeteci Nurettin Şirin Konya da yaptığı bir konuşmadan dolayı tekrar cezaevine
gidiyor.
Gazeteci
Hrant Dink 301. maddeden dolayı yargılanırken katledilmedi mi?
Bu ayıba
bir son verelim.
Aydınlarımız
mezarlarda ve cezaevlerinde çürümesinler.
Unutmayın
ki hukuk bir gün size de lazım olabilir.
Ankara İnanç Özgürlüğü Platformu adına
MAZLUMDER Yönetim Kurulu Üyesi ALİ DALAZ