30 Ağustos 2012 tarihinde polis kurşunu ile hayatını kaybeden Cem Aygün’ün ölümünden 7 ay sonra başlayan davanın ikinci duruşmasında, sanık polis hakkında tutuksuz yargılanma kararı alındı. Davanın hakimi, Aygün ailesinin tutuklama talebini 'sanık hakkında delilleri karartma ve kaçma şüphesi olmadığı' gerekçesiyle reddetti. Silahsız ve hiçbir surette kendisine saldırmayan, kimlik bilgileri kayıtlı bir gencin hayatına kasteden polis, olayın gerçekleştiği günden beri görevine devam ediyor ve elini kolunu sallayarak dışarıda dolaşıyor.
Avukatların dava sürecindeki tüm taleplerine karşın savcılık etkin bir soruşturma yürütmediği gibi, ne doğru düzgün keşif çalışması yapıyor ne de olaya karışan polis hakkında silahına el koyma ve görevinden uzaklaştırılma talebinde bulunuyor. Polisler olayın gerçekleştiği andan itibaren 5 saat boyunca olay mahallinde delilleri karartıyor, tanıklar buluyor, tutanak tutuyor ve kendi aralarında söz birliği yaparak savcıya ortak ifade veriyorlar.
Tüm bunlar yetmezmiş gibi, avukatların talepleri doğrultusunda davaya bakan ilk savcı değiştiriliyor fakat ikinci savcı da polisler ile birlikte iddianamedeki boşlukları sanık lehine dolduruyor. İddianame, polis tutanaklarına ve fezlekelere dayandığından -sonucu baştan belli bir şekilde- adil bir yargılama yapmak da mümkün olmuyor.
Polis büyük bir rahatlıkla, PVSK’nın kendisine verdiği yetkiye dayanarak "’Dur!’ ihtarında bulundum ve havaya ateş açtım. Kovalarken ayağım kaydı, düştüm. Silah kendiliğinden patladı.” şeklinde savunma yapıp maddi gerçekleri çarpıtırken, “Olay tamamen iradem ve kastım dışındadır” diye devam eden, yüzlerce benzer davadaki ortak ifade ile beraat talebinde bulunuyor.
Polisin mesai arkadaşlarından oluşan bir çevik kuvvet ordusu, maktül yakınlarını, avukatları, iddia makamını ve mahkeme heyetini psikolojik baskı altına alma ihtimalini hiçe sayarak salonu işgal ediyor, mahkeme salonunun dışında ise etten bir duvar örüyor. Ve sanık polis, cinayeti olduğu gibi anlatan tanığa -tanığın iddiasıyla sabit olmak üzere- kafa işaretiyle "seninle görüşürüz" şeklinde ima yollu tehditte bulunabiliyor.
Polisi koruyan yasalar ve polisin pervasızlığı karşısında yargının yaptığı tek şey ise göstermelik bir mahkeme heyeti kurmak, gerekli teamülleri uygulamak ve polisi aklarken; öldürülen şahsı, yakınlarının, adaletin ve kamuoyu vicdanının önünde bir kez daha ve bir kez daha öldürmek.
Cem Aygün, PVSK, polisin yetki aşımı, orantısız güç ve silah kullanımı sonucunda hayatını kaybeden ne ilk ne de son kurban. Yargılanan polisler yalnızca tetiğe basan bir el. Silahı onların eline verip, kurşunları namluya süren ise siyasi iradenin kötüye kullanıma açık yasalar ile polise keyfi yetkiler tanıması; yürütmenin ve kolluk kuvvetlerinin de bu yetkiyi yaşam hakkını hiçe sayan bir şekilde kullanması. Tüm bunların arkasında ise yukarıdan aşağıya doğru işleyen ve sıradan vatandaşın her seferinde mağdur edildiği komplike bir mekanizma olduğunu görmek pek zor olmasa gerek.
MAZLUMDER ve Baran Tursun Vakfı olarak, “Dikkat Polis Geliyor!” kampanyası çerçevesinde yaptığımız, PVSK’nın değiştirilmesi ve polisin silah kullanma yetkisinin sınırlandırılması çağrımızı yineliyor; silah kullanımından kaynaklı yaralama ve öldürmeden suçlanan tüm polislerin, soruşturmanın her aşamasında uluslararası insan haklarına uygun ve kamuoyunu tatmin edecek bir şekilde etkin, adil ve şeffaf olarak yargılanmalarını talep ediyoruz.
MAZLUMDER Ankara Şubesi
BARAN TURSUN VAKFI